Mahkemede Yazı Yazanlara Ne Denir? – Klavye Tıkırtılarının Ardındaki Gizli Kahramanlar
Selam millet,
Geçen gün bir mahkeme salonuna tanıklık ettim. Filmlerdeki gibi “Susturun salondakileri!” sahnesi bekliyordum ama olmadı. Bunun yerine arka köşede oturan bir kadın dikkatimi çekti. Elinde klavye benzeri bir cihaz, gözleri yargıcın her kelimesinde. Hakim “Karar yazılsın” dediğinde o kadın parmaklarıyla adeta şimşek hızında yazmaya başladı. Merak ettim, sordum:
“Affedersiniz, siz tam olarak ne yapıyorsunuz?”
Gülümsedi: “Ben zabıt kâtibiyim.”
Ve işte o an, kafamda yepyeni bir evren açıldı. Çünkü mahkemede yazı yazanlara sadece “zabıt kâtibi” demek, sanki orkestra şefine “çubuğu sallayan adam” demek kadar eksik kalıyor.
---
1. Bölüm: Klavye Tıkırtıları ve Adaletin Ritmi
Düşünün: Herkes konuşuyor, bazen bağırıyor, duygular yükseliyor, kararlar veriliyor... ama o tık tık tık sesleri hiç durmuyor.
Mahkeme salonunda “yazı yazanlar” aslında adaletin hafızasıdır. Her kelime, her cümle onların parmak uçlarından tarihe kazınır.
Bir cümleyi yanlış yazsalar, belki bir dava seyrini değiştirir. Bu yüzden dikkatleri cerrah titizliğindedir.
Bir arkadaşım Mehmet var — stratejik zekasıyla tanınır. O, bu mesleğe teknik tarafından bakıyor:
“Abi, dakikada 120 kelime yazan adamlar bunlar. Klavye değil, fırlatma rampası resmen.”
Ama Elif, daha empatik yaklaşırdı:
“Düşünsene, o insanlar insanların hayat hikâyelerini dinliyor her gün. Boşanma, suçlama, gözyaşı… Onları kim dinliyor peki?”
İşte adaletin iki yüzü burada birleşiyor: Erkekler sistem kurar, kadınlar ruhu korur. Ama en iyisi, ikisinin dengesini yakalayandır.
---
2. Bölüm: Tarihten Bir Satır – Zabıt Kâtipliği Nereden Geliyor?
Osmanlı döneminde “mühimme defterleri” tutulurdu. O defterlerde padişahın kararları, emirler, şikayetler yazardı. O kayıtları tutan kişiler bugünün zabıt kâtiplerinin atalarıydı.
Cumhuriyet döneminde ise adalet sistemi modernleşti, ama o “yazan el” hiç değişmedi.
Kâtipler artık bilgisayar başında oturuyor, ama yazdıkları hâlâ tarihin tanıkları.
Peki neden “zabıt” kelimesi?
Arapça kökenli, “kaydetmek, sabitlemek” anlamına geliyor. Yani aslında bir nevi “gerçeklerin tutucusu”.
Bazen düşünüyorum, acaba tarihçiler, gazeteciler, hatta forum yazarları da birer çağdaş zabıt kâtibi mi? Biz de kendi çağımızın duygularını kayda geçirmiyor muyuz?
---
3. Bölüm: Mahkemenin Sesi – Kadınlar, Erkekler ve Klavye Arasındaki Denge
Bir forumda okumuştum, biri şöyle yazmıştı:
> “Zabıt kâtibi olmak sinir sistemine dayanıklılık testi gibi. Bir yanda bağıran avukatlar, diğer yanda ‘sakin olun’ diyen hâkim, ortada sen!”
Gerçekten öyle.
Erkek kâtipler genelde zamanı ve planı optimize etmeye çalışıyorlar. Dakikada kaç kelime yazdım, cümle yapısı doğru mu, hız ortalamam ne?
Kadın kâtiplerse daha çok atmosferi dinliyor, tonlamalardan duyguyu yakalıyorlar. “O sanığın sesi neden titredi?” gibi ayrıntılara dikkat ediyorlar.
Ama dikkat: Bu bir klişe değil.
Bugünün mahkemelerinde her iki yaklaşım da birbirini tamamlıyor.
Erkek aklı soğukkanlılığıyla sistemi taşırken, kadın sezgisi o sisteme insanlık katıyor.
Böylece adalet, sadece karar değil; anlam da kazanıyor.
---
4. Bölüm: Bir Zabıt Kâtibinin Günü – Dakikalarla Yarış, İnsanlarla Empati
Sabah 8.30. Adliyede kahve sırası uzun.
Zehra, elinde kupasıyla bilgisayarının başına geçiyor. “Bugün 6 duruşmam var” diyor.
İlk duruşma: boşanma. Kadın ağlıyor, adam sessiz.
Zehra yazıyor: “Davacı, eşinin ilgisiz olduğunu beyan etti.”
Sonraki: trafik kazası.
“Sanık, suçunu kabul etmedi.”
Günün sonunda sadece parmakları değil, zihni de yorgun.
Ama soruyorum ona, neden bırakmıyorsun?
“Çünkü ben yazmazsam, kimse duymayacak olan hikâyeleri yazıyorum,” diyor.
Bu cümle, adaletin en insani özeti değil mi sizce?
---
5. Bölüm: Teknolojinin Gelmesiyle Değişen Kâtiplik
Eskiden zabıt kâtipleri elle tutanak tutardı. Şimdi dijital stenografi, ses tanıma sistemleri, e-imza, e-duruşma derken her şey değişti.
Ama bir şey değişmedi: insan unsuru.
Çünkü bir yapay zekâ, bir ifadeyi yazabilir ama o ifadenin altındaki duyguyu hissedemez.
Bazen düşünüyorum: Eğer mahkemeler tamamen otomatikleşseydi, adalet ne kadar “insan” kalırdı?
Zabıt kâtipleri aslında bu sorunun cevabı gibi. Onlar, dijitalleşen bir dünyada insanlığın nabzını tutan sessiz elçiler.
---
6. Bölüm: Mizahın İçinde Ciddiyet – “Adaletin Klavye Savaşçıları”
Bir gün adliyede duyduğum bir replik unutulmaz:
Avukat bağırıyor, “Yaz kızım yaz!”
Zehra’nın yanındaki erkek kâtip dönüp gülerek diyor:
“Ben de yazıyorum abi, ama bana kimse kızım demiyor!”
Salondaki gerginlik bir anda dağılıyor.
Çünkü bazen adaletin de gülmeye ihtiyacı var.
Klavye başındaki insanlar sadece tanık değil, atmosferi de dengeliyor.
Forumda sormak isterim: Sizce ciddi kurumlarda mizahın yeri olmalı mı?
Belki de en sert yerlerde bile bir kahkaha, sistemin pasını alır.
---
7. Bölüm: Adaletin Sessiz Kahramanları – Onları Fark Edelim
Bugün mahkemeye giden biri genelde hakime, savcıya, avukata dikkat eder. Ama o arka masada, gözlüğünü takıp sessizce yazan birini görürseniz… bilin ki adaletin nabzını tutan kişi odur.
Zabıt kâtipleri, konuşulanı yazarak tarihe çevirirler.
Bir gün belki sizin hikâyeniz de onların parmak uçlarından geçecek — umarım sadece tanık olarak.
---
Son Söz: Her Kelime Bir Tanıktır
Mahkemede yazı yazanlara “zabıt kâtibi” denir.
Ama onlara başka bir isim daha uygun olabilir: adaletin yazıcısı.
Onlar olmadan hiçbir cümle kayda geçmez, hiçbir karar yaşlanmaz.
Belki de bu yüzden, tarih aslında onların tıkırtısıyla yazılıyor.
Peki siz olsanız, bir mahkeme salonunda hangi kelimeyi kaydetmek isterdiniz?
“Suçlu” mu, “affetmek” mi, yoksa “anlamak” mı?
Selam millet,
Geçen gün bir mahkeme salonuna tanıklık ettim. Filmlerdeki gibi “Susturun salondakileri!” sahnesi bekliyordum ama olmadı. Bunun yerine arka köşede oturan bir kadın dikkatimi çekti. Elinde klavye benzeri bir cihaz, gözleri yargıcın her kelimesinde. Hakim “Karar yazılsın” dediğinde o kadın parmaklarıyla adeta şimşek hızında yazmaya başladı. Merak ettim, sordum:
“Affedersiniz, siz tam olarak ne yapıyorsunuz?”
Gülümsedi: “Ben zabıt kâtibiyim.”
Ve işte o an, kafamda yepyeni bir evren açıldı. Çünkü mahkemede yazı yazanlara sadece “zabıt kâtibi” demek, sanki orkestra şefine “çubuğu sallayan adam” demek kadar eksik kalıyor.
---
1. Bölüm: Klavye Tıkırtıları ve Adaletin Ritmi
Düşünün: Herkes konuşuyor, bazen bağırıyor, duygular yükseliyor, kararlar veriliyor... ama o tık tık tık sesleri hiç durmuyor.
Mahkeme salonunda “yazı yazanlar” aslında adaletin hafızasıdır. Her kelime, her cümle onların parmak uçlarından tarihe kazınır.
Bir cümleyi yanlış yazsalar, belki bir dava seyrini değiştirir. Bu yüzden dikkatleri cerrah titizliğindedir.
Bir arkadaşım Mehmet var — stratejik zekasıyla tanınır. O, bu mesleğe teknik tarafından bakıyor:
“Abi, dakikada 120 kelime yazan adamlar bunlar. Klavye değil, fırlatma rampası resmen.”
Ama Elif, daha empatik yaklaşırdı:
“Düşünsene, o insanlar insanların hayat hikâyelerini dinliyor her gün. Boşanma, suçlama, gözyaşı… Onları kim dinliyor peki?”
İşte adaletin iki yüzü burada birleşiyor: Erkekler sistem kurar, kadınlar ruhu korur. Ama en iyisi, ikisinin dengesini yakalayandır.
---
2. Bölüm: Tarihten Bir Satır – Zabıt Kâtipliği Nereden Geliyor?
Osmanlı döneminde “mühimme defterleri” tutulurdu. O defterlerde padişahın kararları, emirler, şikayetler yazardı. O kayıtları tutan kişiler bugünün zabıt kâtiplerinin atalarıydı.
Cumhuriyet döneminde ise adalet sistemi modernleşti, ama o “yazan el” hiç değişmedi.
Kâtipler artık bilgisayar başında oturuyor, ama yazdıkları hâlâ tarihin tanıkları.
Peki neden “zabıt” kelimesi?
Arapça kökenli, “kaydetmek, sabitlemek” anlamına geliyor. Yani aslında bir nevi “gerçeklerin tutucusu”.
Bazen düşünüyorum, acaba tarihçiler, gazeteciler, hatta forum yazarları da birer çağdaş zabıt kâtibi mi? Biz de kendi çağımızın duygularını kayda geçirmiyor muyuz?
---
3. Bölüm: Mahkemenin Sesi – Kadınlar, Erkekler ve Klavye Arasındaki Denge
Bir forumda okumuştum, biri şöyle yazmıştı:
> “Zabıt kâtibi olmak sinir sistemine dayanıklılık testi gibi. Bir yanda bağıran avukatlar, diğer yanda ‘sakin olun’ diyen hâkim, ortada sen!”
Gerçekten öyle.
Erkek kâtipler genelde zamanı ve planı optimize etmeye çalışıyorlar. Dakikada kaç kelime yazdım, cümle yapısı doğru mu, hız ortalamam ne?
Kadın kâtiplerse daha çok atmosferi dinliyor, tonlamalardan duyguyu yakalıyorlar. “O sanığın sesi neden titredi?” gibi ayrıntılara dikkat ediyorlar.
Ama dikkat: Bu bir klişe değil.
Bugünün mahkemelerinde her iki yaklaşım da birbirini tamamlıyor.
Erkek aklı soğukkanlılığıyla sistemi taşırken, kadın sezgisi o sisteme insanlık katıyor.
Böylece adalet, sadece karar değil; anlam da kazanıyor.
---
4. Bölüm: Bir Zabıt Kâtibinin Günü – Dakikalarla Yarış, İnsanlarla Empati
Sabah 8.30. Adliyede kahve sırası uzun.
Zehra, elinde kupasıyla bilgisayarının başına geçiyor. “Bugün 6 duruşmam var” diyor.
İlk duruşma: boşanma. Kadın ağlıyor, adam sessiz.
Zehra yazıyor: “Davacı, eşinin ilgisiz olduğunu beyan etti.”
Sonraki: trafik kazası.
“Sanık, suçunu kabul etmedi.”
Günün sonunda sadece parmakları değil, zihni de yorgun.
Ama soruyorum ona, neden bırakmıyorsun?
“Çünkü ben yazmazsam, kimse duymayacak olan hikâyeleri yazıyorum,” diyor.
Bu cümle, adaletin en insani özeti değil mi sizce?
---
5. Bölüm: Teknolojinin Gelmesiyle Değişen Kâtiplik
Eskiden zabıt kâtipleri elle tutanak tutardı. Şimdi dijital stenografi, ses tanıma sistemleri, e-imza, e-duruşma derken her şey değişti.
Ama bir şey değişmedi: insan unsuru.
Çünkü bir yapay zekâ, bir ifadeyi yazabilir ama o ifadenin altındaki duyguyu hissedemez.
Bazen düşünüyorum: Eğer mahkemeler tamamen otomatikleşseydi, adalet ne kadar “insan” kalırdı?
Zabıt kâtipleri aslında bu sorunun cevabı gibi. Onlar, dijitalleşen bir dünyada insanlığın nabzını tutan sessiz elçiler.
---
6. Bölüm: Mizahın İçinde Ciddiyet – “Adaletin Klavye Savaşçıları”
Bir gün adliyede duyduğum bir replik unutulmaz:
Avukat bağırıyor, “Yaz kızım yaz!”
Zehra’nın yanındaki erkek kâtip dönüp gülerek diyor:
“Ben de yazıyorum abi, ama bana kimse kızım demiyor!”
Salondaki gerginlik bir anda dağılıyor.
Çünkü bazen adaletin de gülmeye ihtiyacı var.
Klavye başındaki insanlar sadece tanık değil, atmosferi de dengeliyor.
Forumda sormak isterim: Sizce ciddi kurumlarda mizahın yeri olmalı mı?
Belki de en sert yerlerde bile bir kahkaha, sistemin pasını alır.
---
7. Bölüm: Adaletin Sessiz Kahramanları – Onları Fark Edelim
Bugün mahkemeye giden biri genelde hakime, savcıya, avukata dikkat eder. Ama o arka masada, gözlüğünü takıp sessizce yazan birini görürseniz… bilin ki adaletin nabzını tutan kişi odur.
Zabıt kâtipleri, konuşulanı yazarak tarihe çevirirler.
Bir gün belki sizin hikâyeniz de onların parmak uçlarından geçecek — umarım sadece tanık olarak.
---
Son Söz: Her Kelime Bir Tanıktır
Mahkemede yazı yazanlara “zabıt kâtibi” denir.
Ama onlara başka bir isim daha uygun olabilir: adaletin yazıcısı.
Onlar olmadan hiçbir cümle kayda geçmez, hiçbir karar yaşlanmaz.
Belki de bu yüzden, tarih aslında onların tıkırtısıyla yazılıyor.
Peki siz olsanız, bir mahkeme salonunda hangi kelimeyi kaydetmek isterdiniz?
“Suçlu” mu, “affetmek” mi, yoksa “anlamak” mı?