Hangi sözcükler Türkçe değildir ?

Umut

Global Mod
Global Mod
[color=]Hangi Sözcükler Türkçe Değildir? Birlikte Ararken Kendimizi Bulmak[/color]

Selam dostlar,

Bu başlığı açarken içimde tuhaf bir heyecan var. Çünkü “hangi sözcükler Türkçe değildir?” sorusunun cevabını aramak, aslında “biz kimiz, nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz?” diye sormak demek. Bir dil, sadece sözlüklerde yaşayan bir varlık değil; mahalle aralarındaki selamlaşmaların, evdeki sofranın, okul kantinindeki gülüşlerin, iş yerindeki toplantıların, gece yarısı yazdığımız mesajların ta kendisi. O yüzden gelin, bir molekül titizliğiyle değil, dost sohbetinin sıcağıyla konuşalım; ama stratejik ve çözüm odaklı bakışla (erkeklerin yaklaşımında daha sık gördüğümüz), empati ve toplumsal bağlara yaslanan duyarlılıkla (kadınların merceğinde daha belirgin olan) bakışları harmanlayarak ilerleyelim. Bu konu, tam da bu birleşimi hak ediyor.

[color=]“Türkçe Değil” Ne Demek? Saflık Mitinin Kırılganlığı[/color]

Önce kavramı netleştirelim: “Türkçe değil” dediğimizde bir sözcüğün kökeninden mi, dildeki kullanım tarihinden mi, yoksa hissedilen “yerlilik” duygusundan mı bahsediyoruz? Diller arası alışveriş insanlık tarihi kadar eski. Türkçenin söz varlığında Orhun Yazıtlarından bugüne uzanan bir damarla birlikte, Arapça, Farsça, Moğolca, Yunanca, Ermenice, İtalyanca, Fransızca, Almanca, Rusça ve nihayet İngilizce gibi sayısız dilin izi var. Dil, doğası gereği göçebedir; sınır kapılarından pasaportsuz geçer. O yüzden “saf Türkçe” iddiası çoğu zaman bir özlem ya da idealdir; pratik hayat ise melezdir. Bu melezlik, kültürün canlı kaldığının da kanıtı olabilir.

[color=]Kökenin İzinde: Tarihsel Katmanlar ve Osmanlı’nın Büyük Karışımı[/color]

Osmanlı döneminde saray, medrese ve divan geleneği Arapça ve Farsça etkisini artırırken, liman kentlerinin ticari canlılığı İtalyanca ve Fransızca kökenli sözcükleri gündelik hayata soktu. “Hesap, kitap, mektep, saat” Arapça; “pencere, şeker, divan” Farsça; “banka, fatura, bilet” İtalyanca/Fransızca bağlantılı; “komite, pasaj, asansör” Fransızca; “şoför” deseniz, artık hepimizin malumu. Dil reformuyla birlikte bir yandan türetmeler (“uçak, yazgı, sav, özdek”), bir yandan da arılaştırma çabaları gündeme geldi. Ancak Türkçe bir yandan devletin diliyken, öte yandan pazaryerinin, kahvehanenin, atölyenin, tarlanın da diliydi; yani hayatın kendisi kadar çeşitliydi.

[color=]Günümüzün Yankıları: İngilizce Dalga, Teknoloji ve Pop Kültür[/color]

Bugün en baskın “dilde dış etki” dalgası İngilizce’den geliyor. Teknoloji, startup kültürü, oyun dünyası, müzik akımları ve sosyal medya, İngilizceyi adeta bir altyapı dili haline getirdi. “Update attım, deploy ettik, deadline yetişmedi, brief kısa, feedback net değil, podcast, binge-watch” gibi ifadeler şehirli gündemimizin parçası. Peki bu sözcükler Türkçe değil mi? Köken olarak değil; ama bir kısmı zamanla Türkçeleşiyor: “format atmak”, “print almak”, “like etmek” gibi melez kullanımlar bir tür dilsel eklemleşme gösteriyor. Morfoloji Türkçeleşirken köken İngilizce kalıyor — tam bir kültürel hibritlik örneği.

[color=]Erkeklerin Stratejik, Kadınların İlişkisel Bakışı: Aynı Masada Buluşmak[/color]

Gelin bu tartışmayı farklı bakışlarla zenginleştirelim.

Daha stratejik ve çözüm odaklı yaklaşım, “Hangi alanlarda Türkçe karşılık üretebiliriz? Eğitimde ve medyada nasıl standartlar geliştiririz? Terminolojide tutarlılık nasıl sağlanır?” gibi sorular soruyor. Bu yaklaşım, uzun vadeli planlar, kurumsal sözlükler, stil kılavuzları ve politika setleri üretmeye yatkın.

Empati ve toplumsal bağ merkezli yaklaşım ise “Bu sözcükleri kim, hangi bağlamda, hangi duyguyla kullanıyor? Dışlayıcı ya da elitist bir dile mi dönüşüyoruz? Mahalledeki çocuk, kırsaldaki genç, göçmen komşu bu dilde kendine yer bulabiliyor mu?” diye soruyor.

Bence en iyi yol, bu iki hattı birleştirmek: standart üretirken kapsayıcı olmak; kapsayıcı olurken de hedefi, yani dilde anlaşılırlığı ve üretkenliği gözden kaçırmamak.

[color=]Şaşırtan Alanlar: Futbol Tribünü, Mutfak, Moda, Oyun ve Kod[/color]

Beklenmedik yerlerde “Türkçe değil mi bu?” sorusuyla sık sık karşılaşırız.

Tribünde “defans, forvet, derbi” deriz; mutfakta “makarna, pizza, kebap” bir sofrada buluşur; modada “trend, oversize, vintage” dolaşır; oyun dünyasında “loot, rank, buff, nerf” rutinleşir; yazılımda “class, interface, token, commit” günlük ekmek gibidir. Bu sözcüklerin kökenleri farklıdır; ama Türkçenin sentaksına uyar, ek alır, çekimlenir, espri olur, metafora dönüşür. Bir dilin gücü, yalnızca kendi köklerinden türettiği kelimelerle değil, dış etkileri içselleştirme esnekliğiyle de ölçülür.

[color=]Sosyal Adalet, Erişilebilirlik ve Dil: Kime Ait, Kimin Dışı?[/color]

“Hangi sözcük Türkçe değildir?” sorusunu sosyal adalet merceğinden sormak, dilin kapı bekçisi olmamak demektir. Dili korumak, onu duvarlarla çevirmek değil; onu daha çok kişiye erişilebilir kılmaktır. Aşırı teknik İngilizce ile konuşmak, bazı toplulukları sohbetten dışlar; aşırı arılaştırmacı olmak ise genç kuşakların küresel akışla bağını koparabilir. Bu yüzden denge kıymetli: Okulda ve medyada iyi Türkçe örnekleri artırmak; ama aynı zamanda öğrenciyi, çalışanı, içerik üreticisini cezalandırmayan, yol gösteren bir dil politikası benimsemek.

[color=]Gelecek Senaryoları: Yapay Zekâ, Otomatik Çeviri ve Yeni Melezler[/color]

Yapay zekâ destekli çeviriler, konuşma tanıma, metin üretimi araçları dil kullanımını hızla dönüştürüyor. Yakın gelecekte bazı yabancı terimler otomatik karşılıklarıyla birlikte dolaşıma girecek; arayüzler, “tercih ettiğiniz karşılığı” sunacak. Bu, Türkçenin ifade gücünü artırabilir; ama mekanik bir “karşılık dayatması” da üretebilir. En sağlıklısı, topluluk temelli sözlükler ve alan uzmanlarının birlikte çalıştığı esnek havuzlar: Yazılımcıların, tasarımcıların, doktorların, hukukçuların, sanatçıların ortak aklıyla yaşayan bir terminoloji.

[color=]Strateji Kutusu: Ne Yapabiliriz?[/color]

1. Alan sözlükleri: Üniversite–sektör işbirliğiyle yaşayan, güncellenen çevrimiçi sözlükler.

2. Stil kılavuzları: Medya ve eğitim için anlaşılır, cezalandırıcı olmayan rehberler.

3. Yaratıcı yazma atölyeleri: Gençlere hem Türkçe türetme becerisi hem de melez ifade cesareti kazandırmak.

4. Kapsayıcı iletişim: Farklı sosyoekonomik ve kültürel toplulukları örnek metinlerle sürece dahil etmek.

5. Ödüller ve görünürlük: Yeni, kullanışlı karşılıklar için teşvik; iyi örneklerin medyada öne çıkarılması.

[color=]Forumdaşlara Sorular: Sizin Kelime Haritanız Nasıl?[/color]

— Günlük konuşmanızda “Türkçe değil” diye çekindiğiniz ama vazgeçemediğiniz sözcükler hangileri?

— İşinizin jargonunu başkalarına anlatırken nasıl bir köprü kuruyorsunuz?

— Ailenizdeki kuşaklar aynı sözcüklere aynı duyguyla mı bakıyor?

— Mahallenizde, okulda, işte hangi kelimeler ‘içeri’ dahil ediyor, hangileri ‘dışarı’da bırakıyor?

— Bir sözcüğün Türkçeleşmesi için size göre en kritik eşik nedir: köken mi, kullanım sıklığı mı, yoksa hissettiğimiz aidiyet mi?

[color=]Son Söz: Dil, Birlikte Söylediğimiz Şarkıdır[/color]

“Hangi sözcükler Türkçe değildir?” sorusunu bir sınav sorusu gibi değil, bir keşif yürüyüşü gibi düşünelim. Stratejik aklın planı, empati odaklı kalbin sezgisiyle birleştiğinde daha kapsayıcı, daha üretken bir dil ortamı kurabiliriz. Çünkü dil, tek başımıza yazdığımız bir rapor değildir; birlikte söylediğimiz bir şarkıdır. Kimi notası Orhun’dan gelir, kimi bestesi Akdeniz limanlarından; kimi ritmi Silikon Vadisi’nden akar. Biz o şarkıyı ne kadar çok sesli, ne kadar içten söylersek, Türkçe de o kadar zengin, o kadar bizim olur. Haydi, sizin kelime haritanızı, gündelik hayattan örneklerinizi, aklınıza takılan terimleri paylaşın; beraberce bakıp hem stratejik hem de ilişkisel bir yoldan “bizim Türkçe”yi büyütelim.
 
Üst