Eğitim ile Öğretim Arasındaki Kültür Farkı: Okumak
Okumak… Nitelikli ve şahsiyetli okumak… Böylesi bir okumak, tefekkür eden mütefekkir ruhunu inşâ eder. Mütefekkir ruhu, hikmeti arayan bir ferdin teşekkülüne zemin hazırlar. Hikmeti bulma yolunda gayret eden bir kişilik ise cereyan eden hadiselerin asıl maksadına vakıf olur. Ya da olma yolunda mücadele verir. Dolayısıyla keyfiyete haiz bir okumayı merkezine almış kişinin dâhili ve harici meselelere bakışı farklı ve derinlikli olacaktır. Kısa bir girizgâhtan sonra değerli fikir adamı Yavuz Bülent Bakiler beyin “Sözün Doğrusu” adlı kitabında geçen gerçek bir hikâyeyi nakletmek istiyorum. Bundan sonra makalemize serlevha ettiğimiz konu daha anlaşılır hale gelecektir. Yavuz Bülent Bakiler bey hikâyeyi şöyle anlatıyor: 1961 yılında askere gittim. 57. dönem yedek subay okulumuz Ankara’daydı. Komşu bölüklerde edebiyat öğretmenleri vardı. Ben fırsat buldukça onların yanına sokuluyor, bilmediğim, meraklı olduğum konularda bir şeyler öğrenmeye çalışıyordum. Bir gün eğitim sahasında verilen uzunca bir dinlenme esnasında, o edebiyat öğretmenlerinden birinin yanına oturdum. Sözü döndürüp dolaştırıp yine edebiyata, kitaba ve okumaya getirdim Arkadaşıma “Af edersin”dedim. “Merakımı hoş gör! Ben de biraz kitap okumaya meraklıyım da öğrenmek istiyorum. Ne kadar kitabın var acaba?” Burnunun ucuna kadar indirdiği kasketiyle yüzüme baktı ve mağrur bir ifadeyle: “Çok!” dedi. “Canım elbette çok kitabın olacak” dedim. “Sen bir edebiyat öğretmenisin. Senin kitabın elbette çok olacak! Kütüphanende acaba ne kadar? Sözümü kesti. Tekrar sesini yükselterek. “Benim çok kitabım var” dedi. “Sayısını kesin olarak bilemem.” “Ben de senden zâten kesin bir rakam istemiyorum “ dedim. “Üç aşağı-beş yukarı, şöyle yuvarlak bir rakam söyleyemez misin?” Gözlerini kıstı. Bir süre düşündü. Sonra ellerini yanlarına açarak, kitaplarını sanki kucaklıyormuş gibi, tartıyormuş gibi yaparak cevap verdi: “Kitaplarımın sayısı galiba 25-30 civarında” dedi. “Benim çok kitabım var!” 1961 yılında benim kitaplarımın sayısı 4000 civarındaydı. Bunu o edebiyat öğretmenine söylemedim ve sanki daha bir tek kitap almamışım gibi, derin bir hayranlıkla, gıptayla, şaşkınlıkla yüzüne baktım: “Ah, ne kadar güzel dedim! Ah ne kadar güzel! Doğrusu imrendim sana! Bir gün bir boş zamanında o kitaplarından bir kaçının adını ve yazarını bana da söyler misin?” dedim. “Ben de beş-on kitap sahibi olmak istiyorum da…” Mağrur bir gülümsemeyle göğsünü hafifçe ileriye çıkardı. “Olur olur!” dedi. “Yazdırırım tabiî. Okumak lazım azizim, okumadan olmaz.” *** Zaman zaman telaffuz ettiğimiz cümlemiz, sözün özü olsun: Boş zamanlarda okuma safsatasından ziyade hayatımızın merkezine alınmış bir okumayı esas alırsak nitelikli okuma harsını cemiyete zerk etmiş oluruz.
ALINTIDIR
Okumak… Nitelikli ve şahsiyetli okumak… Böylesi bir okumak, tefekkür eden mütefekkir ruhunu inşâ eder. Mütefekkir ruhu, hikmeti arayan bir ferdin teşekkülüne zemin hazırlar. Hikmeti bulma yolunda gayret eden bir kişilik ise cereyan eden hadiselerin asıl maksadına vakıf olur. Ya da olma yolunda mücadele verir. Dolayısıyla keyfiyete haiz bir okumayı merkezine almış kişinin dâhili ve harici meselelere bakışı farklı ve derinlikli olacaktır. Kısa bir girizgâhtan sonra değerli fikir adamı Yavuz Bülent Bakiler beyin “Sözün Doğrusu” adlı kitabında geçen gerçek bir hikâyeyi nakletmek istiyorum. Bundan sonra makalemize serlevha ettiğimiz konu daha anlaşılır hale gelecektir. Yavuz Bülent Bakiler bey hikâyeyi şöyle anlatıyor: 1961 yılında askere gittim. 57. dönem yedek subay okulumuz Ankara’daydı. Komşu bölüklerde edebiyat öğretmenleri vardı. Ben fırsat buldukça onların yanına sokuluyor, bilmediğim, meraklı olduğum konularda bir şeyler öğrenmeye çalışıyordum. Bir gün eğitim sahasında verilen uzunca bir dinlenme esnasında, o edebiyat öğretmenlerinden birinin yanına oturdum. Sözü döndürüp dolaştırıp yine edebiyata, kitaba ve okumaya getirdim Arkadaşıma “Af edersin”dedim. “Merakımı hoş gör! Ben de biraz kitap okumaya meraklıyım da öğrenmek istiyorum. Ne kadar kitabın var acaba?” Burnunun ucuna kadar indirdiği kasketiyle yüzüme baktı ve mağrur bir ifadeyle: “Çok!” dedi. “Canım elbette çok kitabın olacak” dedim. “Sen bir edebiyat öğretmenisin. Senin kitabın elbette çok olacak! Kütüphanende acaba ne kadar? Sözümü kesti. Tekrar sesini yükselterek. “Benim çok kitabım var” dedi. “Sayısını kesin olarak bilemem.” “Ben de senden zâten kesin bir rakam istemiyorum “ dedim. “Üç aşağı-beş yukarı, şöyle yuvarlak bir rakam söyleyemez misin?” Gözlerini kıstı. Bir süre düşündü. Sonra ellerini yanlarına açarak, kitaplarını sanki kucaklıyormuş gibi, tartıyormuş gibi yaparak cevap verdi: “Kitaplarımın sayısı galiba 25-30 civarında” dedi. “Benim çok kitabım var!” 1961 yılında benim kitaplarımın sayısı 4000 civarındaydı. Bunu o edebiyat öğretmenine söylemedim ve sanki daha bir tek kitap almamışım gibi, derin bir hayranlıkla, gıptayla, şaşkınlıkla yüzüne baktım: “Ah, ne kadar güzel dedim! Ah ne kadar güzel! Doğrusu imrendim sana! Bir gün bir boş zamanında o kitaplarından bir kaçının adını ve yazarını bana da söyler misin?” dedim. “Ben de beş-on kitap sahibi olmak istiyorum da…” Mağrur bir gülümsemeyle göğsünü hafifçe ileriye çıkardı. “Olur olur!” dedi. “Yazdırırım tabiî. Okumak lazım azizim, okumadan olmaz.” *** Zaman zaman telaffuz ettiğimiz cümlemiz, sözün özü olsun: Boş zamanlarda okuma safsatasından ziyade hayatımızın merkezine alınmış bir okumayı esas alırsak nitelikli okuma harsını cemiyete zerk etmiş oluruz.
ALINTIDIR