Devlet Malını Hortumlayıp Soyan da Yetim Malını Gasp Eden de Haramidîr
-Zalimin zulmü varsa; mazlumunda Allah’ı vardır. Yetimin, öksüzün, garibi gurabanın hakkını gasp edende Allah’da hesap verecek; bu dünyada da hesap verecektir. Bundan kaçış yoktur.] Bir insanın içinden Allah korkusunu alıp çıkarırsanız; ahlâkî sorumluluğunu taşıyamaz hale getirirseniz, vahşi hayvandan daha tehlikeli olacağı muhakkaktır. Bu kişinin inancı olsa da, hakiki mânâda içine sindirememişse, yani ihlasla hareket edemiyorsa, o kişiden yanlış hareketlerin beklenmesi tabiidir. Türk insanının en büyük problemi ahlâkî meselelere hakkıyla haiz olamayışıdır. Eğer, ahlâkî denetimi kendi nefsimizde uygulayabilseydik, devleti dolandırmanın, soymanın, rüşvet almanın, hortumlamanın aslında bütün milletin hakkını yemek olduğunu düşünerek, haramî(eşkîya) olmamanın yollarını arardık. Devletin malı deniz, yemeyen... Anlayışına sahip olmazdık. Tam aksine, bu devletin, aslında millet demek olduğunu; dolayısıyla devletin her kuruşunda tüyü bitmemiş yetimin hakkı bulunduğu şuuruyla hareket ederdik. Bu anlayış dalga dalga bütün topluma yayılırdı. Ancak şu bir hakikat ki, bırakınız inançsız, ahlâkî denetimi kabul etmeyenleri, kendilerini en ahlâklı sayanlar da bu kervana katılmış. Maalesef, toplumu esas böyle kişilerin hatalı davranışları bu noktalara getirmiştir. Binaenaleyh, iğneyi şuurlu olduklarını iddia edenler kendilerine; çuvaldızı, bundan sonra zayıf ahlâkî bilince sahip olanlara sokmalıdır. Bakınız, devleti soyanlara ( Bu husus, bütün yolsuzluklar için geçerlidir. Yani, esnafı dolandıranlar da, çiftçiyi kazıklayanlar da ve diğer haramî olanlar da buna dahildir) kendilerinin ne kadar devleti sevdiklerini, kendilerinin şöyle inançlı, böyle muhafazakâr olduklarını iddia ederler. Hâlbuki onların işleri kendilerinin ne olduğunu ortaya koymaktadır. (Tabi burada inançsız ve zayıf olanları zaten saymıyorum)Haram ve haramilik hususunda ecdadımızın hassasiyeti taktire şayandır. Her ne kadar birçok akl-ı evvelin Osmanlı’yı kötülemek alışkanlığı depreşse de hakikat değişmez. Tarihçi Âşık Paşazâde anlatıyor: Sultan İkinci Murad’a (Fatih Sultan Mehmed Han’ın babası) artan savaş masraflarını karşılamak üzere, âcil para lâzım olmuş Son derece zengin bir aileden gelen Sadrazam Çandarlı Halil paşa’yı huzuruna çağırıp bir miktar borç istemiş: “Sefer masarifati içün akçe gerektür, vadesi geldükte iade etmek şartıyla bir miktar akçe veresün(Savaşa para lazım, belirli vade ile senden borç istiyorum) Çandarlı Halil Paşa sözü ikiletmemiş: “Tedarük içün biraz mühlet lazım Hünkârım, kangi miktar verebileceksem bugün yarın, arz iderüm.” Fazlullah Paşa , bu haberi nasılsa duymuş, duyar duymaz da hışımla Padişah’a koşmuş: “Padişahlar vezirlerinden borç alamazlar!...” diye âdeta çıkışmış, “Töreye aykırıdır. Çünkü insan borç aldığığı insana minnettarlık duyar, bu da devlet işlerinin aksaması demektir” Padişah, ellerini iki yana açmış:”Hak söylersin Paşa, lâkin devlete sefer için akçe lazım oldukta başkaca çare kalur mi?” Fazlullah Paşa hazırlıklıymış, hemen teklifini yapmış:”Padişahım hazine gerektür Hünkarım! Müsaade buyurulursa size hazine toplayalum ki, hazerde (barışta) ve seferde (savaşta) ihtiyaç oldukça kullanırsınız.” Sultan İkinci Murad sakin sakin sormuş:”Nasıl toplayacaksın ey benum vezirum?” Fazlullah Paşa cevap vermiş:”Ahali (halk)seyanüzde zengincedür, malları- mülkleri çokçadur. Bir yolunu bulup ellerunden almak münasiptur.Böylece hazine tedariki yapmış oluruz. Leşker (asker) gazadan geru kalmaz.” (Halk zenginleşti, bir şekilde servetlerini ellerinden alıp devlete geçirelim) Sultan İkinci Murad, öfkeyle yerinden fırlamış:”Bre Fazlullah!..” diye gürlemiş.,”Bu nasıl söz söylemektur? Bilmezmisun kim bizum mülkümüzde üç helâl lokma var: Bunlardan birincisi madenlerumuzdur, ikincisi vergilerdur, üçüncüsü harp ganimetlerudur. Bizum leşkerumuz gaziler leşkeridur kim kursaklaruna haram lokma girmez.Şol padişah kim lekerine haram lokma yedurur, ol leşker haramî olur. Haraminin sebatı yoktur. Bir küçük zorluk gördükte firara kadem basar. Biz leşkerumuze haram lokma yedirmezuz Söyleduklerun duymaz olam.”( Öyle şey olmaz! Devletin helâl geliri madenler, vergiler, bir de fethedilen bölgelerden elde edilen zenginliklerdir. Bunların dışındaki gelir helâl olmaz. Bizim ordumuz gaziler ordusudur, ordumuza asla haram lokma yedirmeyiz. Çünkü haram yiyen haramî yani eşkiya olur.Eşkiya yüreksizdir.Zorluk görür görmez kaçar.Sözlerini duymamış olayım.”) Ecdadımızın milletine bakışı böyle olduğu içindir ki cihan devletini kurmuşlar ve bir medeniyet inşa etmişlerdir. Ya, şimdikilere ne demeli? Haram-helâl demeden, devleti soyanları, hak yiyenleri hortumcuları hangi anlayışa sığdıracağız? Ne zaman ki, helâl- haramı tam manasıyla idrak edip; şüpheli şeylerden kaçınmaya başladık, o taktirde birçok şeylerin kendiliğinden hal edileceği görülecektir. Hamiş: Bütün okuyucularımın ve İslam aleminin mübarek Ramazan Bayramını tebrik ederim.
ALINTIDIR
-Zalimin zulmü varsa; mazlumunda Allah’ı vardır. Yetimin, öksüzün, garibi gurabanın hakkını gasp edende Allah’da hesap verecek; bu dünyada da hesap verecektir. Bundan kaçış yoktur.] Bir insanın içinden Allah korkusunu alıp çıkarırsanız; ahlâkî sorumluluğunu taşıyamaz hale getirirseniz, vahşi hayvandan daha tehlikeli olacağı muhakkaktır. Bu kişinin inancı olsa da, hakiki mânâda içine sindirememişse, yani ihlasla hareket edemiyorsa, o kişiden yanlış hareketlerin beklenmesi tabiidir. Türk insanının en büyük problemi ahlâkî meselelere hakkıyla haiz olamayışıdır. Eğer, ahlâkî denetimi kendi nefsimizde uygulayabilseydik, devleti dolandırmanın, soymanın, rüşvet almanın, hortumlamanın aslında bütün milletin hakkını yemek olduğunu düşünerek, haramî(eşkîya) olmamanın yollarını arardık. Devletin malı deniz, yemeyen... Anlayışına sahip olmazdık. Tam aksine, bu devletin, aslında millet demek olduğunu; dolayısıyla devletin her kuruşunda tüyü bitmemiş yetimin hakkı bulunduğu şuuruyla hareket ederdik. Bu anlayış dalga dalga bütün topluma yayılırdı. Ancak şu bir hakikat ki, bırakınız inançsız, ahlâkî denetimi kabul etmeyenleri, kendilerini en ahlâklı sayanlar da bu kervana katılmış. Maalesef, toplumu esas böyle kişilerin hatalı davranışları bu noktalara getirmiştir. Binaenaleyh, iğneyi şuurlu olduklarını iddia edenler kendilerine; çuvaldızı, bundan sonra zayıf ahlâkî bilince sahip olanlara sokmalıdır. Bakınız, devleti soyanlara ( Bu husus, bütün yolsuzluklar için geçerlidir. Yani, esnafı dolandıranlar da, çiftçiyi kazıklayanlar da ve diğer haramî olanlar da buna dahildir) kendilerinin ne kadar devleti sevdiklerini, kendilerinin şöyle inançlı, böyle muhafazakâr olduklarını iddia ederler. Hâlbuki onların işleri kendilerinin ne olduğunu ortaya koymaktadır. (Tabi burada inançsız ve zayıf olanları zaten saymıyorum)Haram ve haramilik hususunda ecdadımızın hassasiyeti taktire şayandır. Her ne kadar birçok akl-ı evvelin Osmanlı’yı kötülemek alışkanlığı depreşse de hakikat değişmez. Tarihçi Âşık Paşazâde anlatıyor: Sultan İkinci Murad’a (Fatih Sultan Mehmed Han’ın babası) artan savaş masraflarını karşılamak üzere, âcil para lâzım olmuş Son derece zengin bir aileden gelen Sadrazam Çandarlı Halil paşa’yı huzuruna çağırıp bir miktar borç istemiş: “Sefer masarifati içün akçe gerektür, vadesi geldükte iade etmek şartıyla bir miktar akçe veresün(Savaşa para lazım, belirli vade ile senden borç istiyorum) Çandarlı Halil Paşa sözü ikiletmemiş: “Tedarük içün biraz mühlet lazım Hünkârım, kangi miktar verebileceksem bugün yarın, arz iderüm.” Fazlullah Paşa , bu haberi nasılsa duymuş, duyar duymaz da hışımla Padişah’a koşmuş: “Padişahlar vezirlerinden borç alamazlar!...” diye âdeta çıkışmış, “Töreye aykırıdır. Çünkü insan borç aldığığı insana minnettarlık duyar, bu da devlet işlerinin aksaması demektir” Padişah, ellerini iki yana açmış:”Hak söylersin Paşa, lâkin devlete sefer için akçe lazım oldukta başkaca çare kalur mi?” Fazlullah Paşa hazırlıklıymış, hemen teklifini yapmış:”Padişahım hazine gerektür Hünkarım! Müsaade buyurulursa size hazine toplayalum ki, hazerde (barışta) ve seferde (savaşta) ihtiyaç oldukça kullanırsınız.” Sultan İkinci Murad sakin sakin sormuş:”Nasıl toplayacaksın ey benum vezirum?” Fazlullah Paşa cevap vermiş:”Ahali (halk)seyanüzde zengincedür, malları- mülkleri çokçadur. Bir yolunu bulup ellerunden almak münasiptur.Böylece hazine tedariki yapmış oluruz. Leşker (asker) gazadan geru kalmaz.” (Halk zenginleşti, bir şekilde servetlerini ellerinden alıp devlete geçirelim) Sultan İkinci Murad, öfkeyle yerinden fırlamış:”Bre Fazlullah!..” diye gürlemiş.,”Bu nasıl söz söylemektur? Bilmezmisun kim bizum mülkümüzde üç helâl lokma var: Bunlardan birincisi madenlerumuzdur, ikincisi vergilerdur, üçüncüsü harp ganimetlerudur. Bizum leşkerumuz gaziler leşkeridur kim kursaklaruna haram lokma girmez.Şol padişah kim lekerine haram lokma yedurur, ol leşker haramî olur. Haraminin sebatı yoktur. Bir küçük zorluk gördükte firara kadem basar. Biz leşkerumuze haram lokma yedirmezuz Söyleduklerun duymaz olam.”( Öyle şey olmaz! Devletin helâl geliri madenler, vergiler, bir de fethedilen bölgelerden elde edilen zenginliklerdir. Bunların dışındaki gelir helâl olmaz. Bizim ordumuz gaziler ordusudur, ordumuza asla haram lokma yedirmeyiz. Çünkü haram yiyen haramî yani eşkiya olur.Eşkiya yüreksizdir.Zorluk görür görmez kaçar.Sözlerini duymamış olayım.”) Ecdadımızın milletine bakışı böyle olduğu içindir ki cihan devletini kurmuşlar ve bir medeniyet inşa etmişlerdir. Ya, şimdikilere ne demeli? Haram-helâl demeden, devleti soyanları, hak yiyenleri hortumcuları hangi anlayışa sığdıracağız? Ne zaman ki, helâl- haramı tam manasıyla idrak edip; şüpheli şeylerden kaçınmaya başladık, o taktirde birçok şeylerin kendiliğinden hal edileceği görülecektir. Hamiş: Bütün okuyucularımın ve İslam aleminin mübarek Ramazan Bayramını tebrik ederim.
ALINTIDIR