kunteper
Member
ÂLÂ Parti Genel Lideri Meral Akşener, partisinin küme toplantısında konuştu.
Toplantı öncesi, eski Devlet Bakanı Melda Bayer DÜZGÜN Parti’ye katıldı, rozetini Meral Akşener taktı.
Akşener, küme toplantısındaki konuşmasında şunları söylemiş oldu:
“Biliyorsunuz AK Parti iktidarı, sendikal örgütlenmeye, yüzde 2 barajı getirerek, üye kaybı yaşayan, yandaş sendikalarını, kurtarmaya çalışıyor. Bunu yaparken de, başka sendika üyelerine, adeta 2’nci sınıf üye muamelesi yapmak istiyor. Bu düzenleme, daha evvel, yüzde 1 olarak uygulanmak istenmiş, lakin, sendikalar içinde eşitsizlik doğuracağı öne sürülen nedeni ile Danıştay tarafınca iptal edilmişti. İktidar ise, her zamanki hukuk tanımazlığıyla, bu kere, oranı, yüzde 1’den, yüzde 2’ye çıkararak, bir daha getiriyor. Düzenlemeden, yaklaşık 250 bin memurumuz etkilenecek. 188 sendika ve 9 konfederasyonun da, faaliyetlerine devam etmesi, mümkün olmayacak. Bundan daha sonra da, yeni sendikaların kurulmasının, önüne geçilmiş olacak. Ayrıyeten, sendika üyesi olması yasaklanan, yaklaşık 1 buçuk milyon, kamu nazaranvlimiz de, 706 liralık ödemeden yoksun kalacak. Ez-cümle, bir daha buram buram insan odaklılık kokan, AK Parti’ye yakışır bir ucube düzenlemeyle, karşı karşıyayız. Bu anlamsız düzenlemeye, gerek komite üyelerimiz, gerek de milletvekillerimiz, gereken yansıyı verdi. Fakat, milletimizin aleyhine olan, her teklifte olduğu üzere, bu teklif de, maalesef, Cumhur İttifakı çoğunluğu ile, kuruldan geçirildi. Bu hukuka açıkça ters ve sendikal örgütlenmeyi engelleyici teklifin, kanunlaşmaması için, YETERLİ Parti olarak, Genel Kurul’da da, üzerimize düşen sorumluluğu, yerine getireceğiz.
BİR KİRLİ DİSTOPYAYLA GAYRET EDİYORUZ: Bugün ülkemizde, iktidar eliyle oluşturulan, bir Cumhuriyet kriziyle, karşı karşıyayız. Millet ile devlet içindeki bağı, koparanların; devletin sahipliğini, milletin elinden almaya kalkanların partili Cumhurbaşkanlığı denilen, ucube bir sistemle, koskoca Türk Devleti’ni, bir şahsa ve etrafındaki yandaş grubuna, amade edeceğini düşünenlerin; sebep olduğu bu krizin sonuçlarını, artık ömrümüzün her alanında hissediyoruz. “Kimsesizlerin kimsesi” olan, kerim devlet anlayışımızın yerini, “Milletini kimsesiz bırakan” ucube bir idare anlayışının aldığına, üzülerek şahit oluyoruz. Her çocuğun geleceği, her gencin umudu, her hanımın teminatı olan Cumhuriyetimizi, beğenmeyenlerin; çocuklarımızı açlığa, gençlerimizi mutsuzluğa, bayanları da, kaygıya mahkûm ettiği, bir kirli distopyayla, uğraş ediyoruz. Bu, o denli bir distopya ki; artık, “6 yaşında bir çocuk” ile başlayan cümlelerin, devamından korkar olduk. Zira ne yazık ki, artık bu ülkede, 6 yaşındaki çocuklar; bir gün tecavüzün, bakın istismarın demiyorum tecavüzün, bir diğer gün de, açlığın, şiddetin ve azabın konusu olabiliyor. Bu utancı, bu ülkeye yaşatanlara, yuh olsun, yazıklar olsun.
SİZ BOSTAN KORKULUĞU MUSUNUZ?: Biliyorsunuz, birkaç gün evvel, Işık Elif yavrumuz, berbat şartlarda yaşadığı ve aç bırakıldığı için ömrünü kaybetti. Daha 6 yaşındaydı… Parıltı Elif’e bunları reva bakılırsan vicdansızları, Allah’a havale ediyorum. Artık, iktidar cenahından kimileri çıkıp, utanmadan; “aslına bakarsanız anne-babası cezaevindeymiş, akrabaları berbat davranmış, her şeyden de iktidarı suçlamayın.” diyecekler. Her vakit olduğu üzere, bu olay için de, “bizim ne kabahatimiz var ki?” diyecekler. Bu ülkede, bir çocuk öldü, bir çocuk birebir vakitte, açlıktan öldü. birebir vakitte, makus bakıldığı için öldü. Soruyorum size: Çocuklarımıza sahip çıkmak, devleti yöneten iktidarın nazaranvi değilse, kimin vazifesidir? İşine geldiğinde; “Dicle’nin kenarında, kurdun kaptığı bir koyun bile, benim mesuliyetim altındadır.” diyenler, işine gelmediğinde; Ölen, daha 6 yaşında bir çocuğumuzun, sorumluluğunu, üzerinden atabilir mi? Atamaz. Şayet, koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, gücünü kullanan bir iktidar; çocuklarımızı koruyamıyorsa, insanlarımızı sahipsiz, kimsesiz bırakıyorsa, ve üstüne üstlük, mesuliyet almaktan da kaçıyorsa; ortalıkta, “ben ülke yönetiyorum” diye gezemez. Kardeşim, siz bostan korkuluğu musunuz? Fakirliği, muhtaçlığı, açlığı bitiremeyecekseniz, niye o makamları işgal ediyorsunuz? O koltuklarda; Sarayda sefa sürüp, şaşalı yemekler yemek, özel uçakla, maça gidip gelmek için mi oturuyorsunuz?
SENDEN HESAP SORACAĞIM ERDOĞAN: Sayın Erdoğan; her sıkıştığında, “Bu bahis siyasetin konusu değildir” diyerek, işin ortasından sıyrılamazsın. Sana bakılırsa neyin siyasetin konusu olup olmadığı, beni zerre ilgilendirmiyor. Engin birikiminin ve derin fikirlerinin cefasını, aslına bakarsanız milletçe yıllardır çekiyoruz. Beni, Eskişehir’deki Parıltı Elif ilgilendiriyor, ve onun için senden hesap soracağım. Beni, Van’daki Muharrem ilgilendiriyor, ve onun için senden hesap soracağım. Beni, Adana’daki Emine ilgilendiriyor, ve onun için senden hesap soracağım. Sen bu memlekette varlık ortasında yaşarken, kestane ballarıyla, manda yoğurtlarıyla, Medine hurmalarıyla, sefa sürerken, yokluktan, yoksulluktan ölen, açlığa mahkûm ettiğin çocuklarımız için, senden hesap soracağım. Bu kürsüden tekraren gündeme getirmeme karşın, rüzgargülü projemizi, devreye almak yerine, utanmadan yasaklattığın için, senden hesap soracağım. Bunlar daha yeterli günlerin.
SOSYOPAT BİR İDARE ANLAYIŞIYLA, KARŞI KARŞIYAYIZ: Türkiye, artık patolojik semptomlar gösteren, tehlikeli bir zihniyet tarafınca yönetiliyor. Maalesef, empati, vicdan, sorumluluk şuuru üzere, insani kavramlarla bağını büsbütün koparmış, sosyopat bir idare anlayışıyla, karşı karşıyayız. Bu bir gerçek. Hakikaten bu gerçeği, iktidar mensuplarının her hareketinde, her cümlesinde, her sözünde, telaş verici bir çoğunlukla görüyoruz.
HAYIRDIR SAYIN BAKAN, SADAKA MI DAĞITIYORSUNUZ?: Beceriksizleriyle fakirleştirdikleri; taban ücretlimizin, memurumuzun, emeklimizin maaşlarına, yapmak zorunda olukları, düzenlemede bile, bu gerçeğe şahit oluyoruz. Biliyorsunuz, son olarak, Türkiye’nin en yakıcı problemlerinden biri olan, EYT’li kardeşlerimizin durumuna ait, sorulan bir soruya, “EYT mi?” diye yanıt veren, Nebati Bakan, birbirinden ciddiyetsiz açıklamalarına, geçtiğimiz günlerde, bir yenisini daha ekledi. Çıktı, hiç utanmadan, zerre sıkılmadan, bu milletin gözünün içine baka baka; “Asgari ücretliye de, memura da, emekliye de, ne verilse haklarıdır. Dar gelirliye, yoksul fukaraya vermek, rahmet getirir.” dedi. Yanlış duymadınız. Motamot bu biçimde dedi. Bu ne cürettir. Bu ne utanmazlıktır. Bu ne saygısızlıktır. Hayırdır Sayın Bakan, sadaka mı dağıtıyorsunuz? Lütufta mı bulunuyorsunuz? Kendinize gelin! Siz babanızın değil, milletin hazinesinin başında duruyorsunuz. Aile şirketinizde, toplumsal sorumluluk projesi yürütmüyorsunuz; devlet yönetiyorsunuz, devlet. Yandaşlarınıza peşkeş çektiğiniz, Bay Kriz’e feda ettiğiniz, ve batmaya mahkûm ettiğiniz o hazinede; kaç yetimin hakkı var, biliyor musunuz? Paramızı pul ettiniz, yetmedi. Gücümüzü hiç ettiniz, yetmedi.
Hatırlayın, 31 Mart İstanbul seçimlerini, düzmece palavralarla iptal ettiler. Sandıkların güvenliğinden kendileri sorumluyken, muhalefeti, hile yapmakla suçladılar. Üzerinden, 3 buçuk sene geçti. Tek bir kişi bile yargılanmadı. Kuyruklu palavralarını destekleyecek, tek bir kanıt bile bulanamadı. Lakin, siyasi tarihimize, bu kara lekeyi sürenler, utanmadılar. Milletimizden, bir özür bile dilemediler. Pekala sonuçta ne oldu? Millet iradesi yok sayıp, demokrasiye indirmeye çalıştıkları, darbenin karşılığında, İstanbul’u bir sefer değil, tam iki sefer kaybettiler. Aşikâr ki, hâlâ daha akıllanmamışlar. Hâlâ daha, hezimeti hazmedememişler. Hâlâ daha, millet iradesini kabullenememişler.
Hâlâ daha, demokrasiyi içselleştirememişler. Ve bu sefer de, Türkiye’yi kaybedecekler. Gerçekten, geçtiğimiz Çarşamba günü, İstanbul Büyükşehir Belediye Liderimiz, Ekrem İmamoğlu hakkında verilen, mahpus ve siyasi yasak sonucuyla; AK Parti iktidarının; millet iradesini bastırmaya çalışan, bir vesayet rejimi olduğu, bir sefer daha, gözler önüne serildi. Yargıyı, demokrasiye karşı, bir sopa olarak kullanan, 28 Şubat zihniyetinin, günümüzdeki temsilcisi olduğu, bir sefer daha açığa çıktı. Seçimle alamadıkları İstanbul’u, hatta düzelteyim, seçimle alamayacakları İstanbul’u, yargı yoluyla almak için, bir daha bir rezilliğin, peşine düştüler.
Kadınlara “sürtük” demenin, hata sayılmadığı bu ülkede, İçişleri Bakanı’nın “ahmak” kelamını iade etmek, cürüm sayıldı. Belediye Başkanı’na “ahmak” demek legal; fakat ahmak kelamını iade etmek, cürüm sayıldı. Aslında, Haziran ayında görülen davada, yargı sonucunı vermişti. sonucun açıklanmasına, iki gün kala, davanın hakimi değişti. Yani, seçimleri iptal ettikleri üzere, hakimi de iptal ettiler. daha sonra da, bu saçmalığa ceza verecek bir hakim bulmak için, tüm Türkiye’yi taradılar. Ve sonunda, Ak Parti teşkilatıyla, uzunluk boy fotoğrafları olan bir hakimi, davanın başına atadılar. Sonuç? Sonuç ortada. Planlı ve programlı bir biçimde, siparişle çıkartılan, absürt bir ceza sonucu. Bakın, altını çizerek söylüyorum: Bu karar, Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim gündemidir. Bu karar, millet iradesine yapılmış, vesayetçi bir müdahaledir. Bu karar, Türk demokrasisine vurulmuş bir darbedir!
İktidar mensupları, sandıkla kaybettikleri İstanbul’u, yargı gücünü, berbata kullanarak geri alma peşindeler. senelerca, bedavadan seçim kazanmanın, şımarıklığını yaşadılar. senelerca, milletimize, maraba muamelesi yaptılar. Fakat, 2023 seçimleri yaklaştıkça; kaybedeceklerini, artık anlamaya başladılar. Milletin gözünden düştüklerini, fark etmeye, milletin vereceği karardan, korkmaya başladılar. Milletin gözünden, niye düştüler biliyor musunuz? Zira milletimiz, Ak Parti’ye mecbur olmadığını gördü. İstanbul’da gördü, Ankara’da gördü. Adana’da, Antalya’da, Hatay’da gördü. Millet İttifakı’nın kazandığı, biroldukça kentte, bu gerçeği, tüm çıplaklığıyla gördü. Kendisine, hak ettiği üzere hizmet eden, belediye liderlerimizi gördükçe; İktidarın tek kederinin, kendi sefası olduğunu anladı. örneğin, pandemi devrinde; iktidarın yapamadığı toplumsal yardımı, İstanbul’da, Ankara’da ve daha biroldukça büyükşehrimizde, ortaya koyan, Millet İttifakı belediyelerini gördükçe, AK Parti’nin vasatlığını gördü.
Her türlü engellemeye, mobinge, iftiraya ve tuzağa karşın, Ekrem Lider da, Mansur Lider da, başka belediye liderlerimiz da, olağanüstü gayret gösterdiler. Onların bu gayretleri, Millet İttifakı’na olan itimadı artırdı. Onların başarısı, iktidarın palavralarını çökertti. Onların çalışmaları, dehşet senaryolarını boşa çıkarttı. Muhalefetin güçlenmesinde, Millet İttifakı’nın belediye liderlerinin katkıları, yok sayılamaz. İşte bu yüzden de, onlardan hayli korkuyorlar. Milletimizin onlara olan sevgisini kıskanıyorlar. Onların önünü kesmek için, her türlü rezilliği de yapıyorlar.
İşte tam da bu niçinle, onlara uzanan elleri kırmak, değişime inanan her insanın, boynunun borcudur. Ben de, 14 Aralık’ta, bu borcun gereğini yapmak için, yola çıktım. İstanbullunun iradesine, vurulmaya çalışılan darbeye karşı, tıpkı 2019’daki üzere, Ekrem kardeşimizle, omuz omuza durmaya gittim. Bundan yirmi sene evvel, yaşadığı haksızlık karşısında, nasıl Sayın Erdoğan’ın yanına koştuysam, bu sefer de, Ekrem kardeşimin yanına koştum. Bundan 20 sene evvel, nasıl Emine Hanım’ın yanına koştuysam, bu sefer da, Dilek kızımın yanına koştum.
Gerçeklerin, kesinlikle ortaya çıkmak üzere, epeyce hoş bir huyu vardır. Buradan, kendisine hatırlatmak istiyorum: Kendi kederine düşen sensin, Sayın Erdoğan. Korkuyorsun. birebir vakitte, o kadar epey korkuyorsun ki; vaktinde sana yapılanın, kendi yaşadığın haksızlığın, önüne koyulan siyasi mahzurun, bir benzerini yapacak kadar, yaptıracak kadar, aciz durumdasın. Hatta, Ekrem Başkan’a çektiğin operasyonu savunmak için, 20 sene evvel okuduğun şiirin, hata olduğunu söyleyecek kadar, paniklemiş biçimdesin. Fakat, sen hiç merak etme sen ne kadar korkaksan, biz de o kadar kararlıyız. Zira biz hamasetimizi, milletimizden alıyoruz. Ve biliyoruz ki, güzellerin görünmez orduları vardır. Bu yüzden milletin iradesine, yürekle sahip çıkacağız. Milletin, sandıkla emanet ettiği iradeyi, ucuz numaralara, kurban ettirmeyeceğiz. Siz çökmeye alışmışsınız. Ancak biz buradayken; İstanbul’a çökmenize, asla müsaade etmeyeceğiz.” (HABER MERKEZİ)
Toplantı öncesi, eski Devlet Bakanı Melda Bayer DÜZGÜN Parti’ye katıldı, rozetini Meral Akşener taktı.
Akşener, küme toplantısındaki konuşmasında şunları söylemiş oldu:
“Biliyorsunuz AK Parti iktidarı, sendikal örgütlenmeye, yüzde 2 barajı getirerek, üye kaybı yaşayan, yandaş sendikalarını, kurtarmaya çalışıyor. Bunu yaparken de, başka sendika üyelerine, adeta 2’nci sınıf üye muamelesi yapmak istiyor. Bu düzenleme, daha evvel, yüzde 1 olarak uygulanmak istenmiş, lakin, sendikalar içinde eşitsizlik doğuracağı öne sürülen nedeni ile Danıştay tarafınca iptal edilmişti. İktidar ise, her zamanki hukuk tanımazlığıyla, bu kere, oranı, yüzde 1’den, yüzde 2’ye çıkararak, bir daha getiriyor. Düzenlemeden, yaklaşık 250 bin memurumuz etkilenecek. 188 sendika ve 9 konfederasyonun da, faaliyetlerine devam etmesi, mümkün olmayacak. Bundan daha sonra da, yeni sendikaların kurulmasının, önüne geçilmiş olacak. Ayrıyeten, sendika üyesi olması yasaklanan, yaklaşık 1 buçuk milyon, kamu nazaranvlimiz de, 706 liralık ödemeden yoksun kalacak. Ez-cümle, bir daha buram buram insan odaklılık kokan, AK Parti’ye yakışır bir ucube düzenlemeyle, karşı karşıyayız. Bu anlamsız düzenlemeye, gerek komite üyelerimiz, gerek de milletvekillerimiz, gereken yansıyı verdi. Fakat, milletimizin aleyhine olan, her teklifte olduğu üzere, bu teklif de, maalesef, Cumhur İttifakı çoğunluğu ile, kuruldan geçirildi. Bu hukuka açıkça ters ve sendikal örgütlenmeyi engelleyici teklifin, kanunlaşmaması için, YETERLİ Parti olarak, Genel Kurul’da da, üzerimize düşen sorumluluğu, yerine getireceğiz.
BİR KİRLİ DİSTOPYAYLA GAYRET EDİYORUZ: Bugün ülkemizde, iktidar eliyle oluşturulan, bir Cumhuriyet kriziyle, karşı karşıyayız. Millet ile devlet içindeki bağı, koparanların; devletin sahipliğini, milletin elinden almaya kalkanların partili Cumhurbaşkanlığı denilen, ucube bir sistemle, koskoca Türk Devleti’ni, bir şahsa ve etrafındaki yandaş grubuna, amade edeceğini düşünenlerin; sebep olduğu bu krizin sonuçlarını, artık ömrümüzün her alanında hissediyoruz. “Kimsesizlerin kimsesi” olan, kerim devlet anlayışımızın yerini, “Milletini kimsesiz bırakan” ucube bir idare anlayışının aldığına, üzülerek şahit oluyoruz. Her çocuğun geleceği, her gencin umudu, her hanımın teminatı olan Cumhuriyetimizi, beğenmeyenlerin; çocuklarımızı açlığa, gençlerimizi mutsuzluğa, bayanları da, kaygıya mahkûm ettiği, bir kirli distopyayla, uğraş ediyoruz. Bu, o denli bir distopya ki; artık, “6 yaşında bir çocuk” ile başlayan cümlelerin, devamından korkar olduk. Zira ne yazık ki, artık bu ülkede, 6 yaşındaki çocuklar; bir gün tecavüzün, bakın istismarın demiyorum tecavüzün, bir diğer gün de, açlığın, şiddetin ve azabın konusu olabiliyor. Bu utancı, bu ülkeye yaşatanlara, yuh olsun, yazıklar olsun.
SİZ BOSTAN KORKULUĞU MUSUNUZ?: Biliyorsunuz, birkaç gün evvel, Işık Elif yavrumuz, berbat şartlarda yaşadığı ve aç bırakıldığı için ömrünü kaybetti. Daha 6 yaşındaydı… Parıltı Elif’e bunları reva bakılırsan vicdansızları, Allah’a havale ediyorum. Artık, iktidar cenahından kimileri çıkıp, utanmadan; “aslına bakarsanız anne-babası cezaevindeymiş, akrabaları berbat davranmış, her şeyden de iktidarı suçlamayın.” diyecekler. Her vakit olduğu üzere, bu olay için de, “bizim ne kabahatimiz var ki?” diyecekler. Bu ülkede, bir çocuk öldü, bir çocuk birebir vakitte, açlıktan öldü. birebir vakitte, makus bakıldığı için öldü. Soruyorum size: Çocuklarımıza sahip çıkmak, devleti yöneten iktidarın nazaranvi değilse, kimin vazifesidir? İşine geldiğinde; “Dicle’nin kenarında, kurdun kaptığı bir koyun bile, benim mesuliyetim altındadır.” diyenler, işine gelmediğinde; Ölen, daha 6 yaşında bir çocuğumuzun, sorumluluğunu, üzerinden atabilir mi? Atamaz. Şayet, koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, gücünü kullanan bir iktidar; çocuklarımızı koruyamıyorsa, insanlarımızı sahipsiz, kimsesiz bırakıyorsa, ve üstüne üstlük, mesuliyet almaktan da kaçıyorsa; ortalıkta, “ben ülke yönetiyorum” diye gezemez. Kardeşim, siz bostan korkuluğu musunuz? Fakirliği, muhtaçlığı, açlığı bitiremeyecekseniz, niye o makamları işgal ediyorsunuz? O koltuklarda; Sarayda sefa sürüp, şaşalı yemekler yemek, özel uçakla, maça gidip gelmek için mi oturuyorsunuz?
SENDEN HESAP SORACAĞIM ERDOĞAN: Sayın Erdoğan; her sıkıştığında, “Bu bahis siyasetin konusu değildir” diyerek, işin ortasından sıyrılamazsın. Sana bakılırsa neyin siyasetin konusu olup olmadığı, beni zerre ilgilendirmiyor. Engin birikiminin ve derin fikirlerinin cefasını, aslına bakarsanız milletçe yıllardır çekiyoruz. Beni, Eskişehir’deki Parıltı Elif ilgilendiriyor, ve onun için senden hesap soracağım. Beni, Van’daki Muharrem ilgilendiriyor, ve onun için senden hesap soracağım. Beni, Adana’daki Emine ilgilendiriyor, ve onun için senden hesap soracağım. Sen bu memlekette varlık ortasında yaşarken, kestane ballarıyla, manda yoğurtlarıyla, Medine hurmalarıyla, sefa sürerken, yokluktan, yoksulluktan ölen, açlığa mahkûm ettiğin çocuklarımız için, senden hesap soracağım. Bu kürsüden tekraren gündeme getirmeme karşın, rüzgargülü projemizi, devreye almak yerine, utanmadan yasaklattığın için, senden hesap soracağım. Bunlar daha yeterli günlerin.
SOSYOPAT BİR İDARE ANLAYIŞIYLA, KARŞI KARŞIYAYIZ: Türkiye, artık patolojik semptomlar gösteren, tehlikeli bir zihniyet tarafınca yönetiliyor. Maalesef, empati, vicdan, sorumluluk şuuru üzere, insani kavramlarla bağını büsbütün koparmış, sosyopat bir idare anlayışıyla, karşı karşıyayız. Bu bir gerçek. Hakikaten bu gerçeği, iktidar mensuplarının her hareketinde, her cümlesinde, her sözünde, telaş verici bir çoğunlukla görüyoruz.
HAYIRDIR SAYIN BAKAN, SADAKA MI DAĞITIYORSUNUZ?: Beceriksizleriyle fakirleştirdikleri; taban ücretlimizin, memurumuzun, emeklimizin maaşlarına, yapmak zorunda olukları, düzenlemede bile, bu gerçeğe şahit oluyoruz. Biliyorsunuz, son olarak, Türkiye’nin en yakıcı problemlerinden biri olan, EYT’li kardeşlerimizin durumuna ait, sorulan bir soruya, “EYT mi?” diye yanıt veren, Nebati Bakan, birbirinden ciddiyetsiz açıklamalarına, geçtiğimiz günlerde, bir yenisini daha ekledi. Çıktı, hiç utanmadan, zerre sıkılmadan, bu milletin gözünün içine baka baka; “Asgari ücretliye de, memura da, emekliye de, ne verilse haklarıdır. Dar gelirliye, yoksul fukaraya vermek, rahmet getirir.” dedi. Yanlış duymadınız. Motamot bu biçimde dedi. Bu ne cürettir. Bu ne utanmazlıktır. Bu ne saygısızlıktır. Hayırdır Sayın Bakan, sadaka mı dağıtıyorsunuz? Lütufta mı bulunuyorsunuz? Kendinize gelin! Siz babanızın değil, milletin hazinesinin başında duruyorsunuz. Aile şirketinizde, toplumsal sorumluluk projesi yürütmüyorsunuz; devlet yönetiyorsunuz, devlet. Yandaşlarınıza peşkeş çektiğiniz, Bay Kriz’e feda ettiğiniz, ve batmaya mahkûm ettiğiniz o hazinede; kaç yetimin hakkı var, biliyor musunuz? Paramızı pul ettiniz, yetmedi. Gücümüzü hiç ettiniz, yetmedi.
Hatırlayın, 31 Mart İstanbul seçimlerini, düzmece palavralarla iptal ettiler. Sandıkların güvenliğinden kendileri sorumluyken, muhalefeti, hile yapmakla suçladılar. Üzerinden, 3 buçuk sene geçti. Tek bir kişi bile yargılanmadı. Kuyruklu palavralarını destekleyecek, tek bir kanıt bile bulanamadı. Lakin, siyasi tarihimize, bu kara lekeyi sürenler, utanmadılar. Milletimizden, bir özür bile dilemediler. Pekala sonuçta ne oldu? Millet iradesi yok sayıp, demokrasiye indirmeye çalıştıkları, darbenin karşılığında, İstanbul’u bir sefer değil, tam iki sefer kaybettiler. Aşikâr ki, hâlâ daha akıllanmamışlar. Hâlâ daha, hezimeti hazmedememişler. Hâlâ daha, millet iradesini kabullenememişler.
Hâlâ daha, demokrasiyi içselleştirememişler. Ve bu sefer de, Türkiye’yi kaybedecekler. Gerçekten, geçtiğimiz Çarşamba günü, İstanbul Büyükşehir Belediye Liderimiz, Ekrem İmamoğlu hakkında verilen, mahpus ve siyasi yasak sonucuyla; AK Parti iktidarının; millet iradesini bastırmaya çalışan, bir vesayet rejimi olduğu, bir sefer daha, gözler önüne serildi. Yargıyı, demokrasiye karşı, bir sopa olarak kullanan, 28 Şubat zihniyetinin, günümüzdeki temsilcisi olduğu, bir sefer daha açığa çıktı. Seçimle alamadıkları İstanbul’u, hatta düzelteyim, seçimle alamayacakları İstanbul’u, yargı yoluyla almak için, bir daha bir rezilliğin, peşine düştüler.
Kadınlara “sürtük” demenin, hata sayılmadığı bu ülkede, İçişleri Bakanı’nın “ahmak” kelamını iade etmek, cürüm sayıldı. Belediye Başkanı’na “ahmak” demek legal; fakat ahmak kelamını iade etmek, cürüm sayıldı. Aslında, Haziran ayında görülen davada, yargı sonucunı vermişti. sonucun açıklanmasına, iki gün kala, davanın hakimi değişti. Yani, seçimleri iptal ettikleri üzere, hakimi de iptal ettiler. daha sonra da, bu saçmalığa ceza verecek bir hakim bulmak için, tüm Türkiye’yi taradılar. Ve sonunda, Ak Parti teşkilatıyla, uzunluk boy fotoğrafları olan bir hakimi, davanın başına atadılar. Sonuç? Sonuç ortada. Planlı ve programlı bir biçimde, siparişle çıkartılan, absürt bir ceza sonucu. Bakın, altını çizerek söylüyorum: Bu karar, Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim gündemidir. Bu karar, millet iradesine yapılmış, vesayetçi bir müdahaledir. Bu karar, Türk demokrasisine vurulmuş bir darbedir!
İktidar mensupları, sandıkla kaybettikleri İstanbul’u, yargı gücünü, berbata kullanarak geri alma peşindeler. senelerca, bedavadan seçim kazanmanın, şımarıklığını yaşadılar. senelerca, milletimize, maraba muamelesi yaptılar. Fakat, 2023 seçimleri yaklaştıkça; kaybedeceklerini, artık anlamaya başladılar. Milletin gözünden düştüklerini, fark etmeye, milletin vereceği karardan, korkmaya başladılar. Milletin gözünden, niye düştüler biliyor musunuz? Zira milletimiz, Ak Parti’ye mecbur olmadığını gördü. İstanbul’da gördü, Ankara’da gördü. Adana’da, Antalya’da, Hatay’da gördü. Millet İttifakı’nın kazandığı, biroldukça kentte, bu gerçeği, tüm çıplaklığıyla gördü. Kendisine, hak ettiği üzere hizmet eden, belediye liderlerimizi gördükçe; İktidarın tek kederinin, kendi sefası olduğunu anladı. örneğin, pandemi devrinde; iktidarın yapamadığı toplumsal yardımı, İstanbul’da, Ankara’da ve daha biroldukça büyükşehrimizde, ortaya koyan, Millet İttifakı belediyelerini gördükçe, AK Parti’nin vasatlığını gördü.
Her türlü engellemeye, mobinge, iftiraya ve tuzağa karşın, Ekrem Lider da, Mansur Lider da, başka belediye liderlerimiz da, olağanüstü gayret gösterdiler. Onların bu gayretleri, Millet İttifakı’na olan itimadı artırdı. Onların başarısı, iktidarın palavralarını çökertti. Onların çalışmaları, dehşet senaryolarını boşa çıkarttı. Muhalefetin güçlenmesinde, Millet İttifakı’nın belediye liderlerinin katkıları, yok sayılamaz. İşte bu yüzden de, onlardan hayli korkuyorlar. Milletimizin onlara olan sevgisini kıskanıyorlar. Onların önünü kesmek için, her türlü rezilliği de yapıyorlar.
İşte tam da bu niçinle, onlara uzanan elleri kırmak, değişime inanan her insanın, boynunun borcudur. Ben de, 14 Aralık’ta, bu borcun gereğini yapmak için, yola çıktım. İstanbullunun iradesine, vurulmaya çalışılan darbeye karşı, tıpkı 2019’daki üzere, Ekrem kardeşimizle, omuz omuza durmaya gittim. Bundan yirmi sene evvel, yaşadığı haksızlık karşısında, nasıl Sayın Erdoğan’ın yanına koştuysam, bu sefer de, Ekrem kardeşimin yanına koştum. Bundan 20 sene evvel, nasıl Emine Hanım’ın yanına koştuysam, bu sefer da, Dilek kızımın yanına koştum.
Gerçeklerin, kesinlikle ortaya çıkmak üzere, epeyce hoş bir huyu vardır. Buradan, kendisine hatırlatmak istiyorum: Kendi kederine düşen sensin, Sayın Erdoğan. Korkuyorsun. birebir vakitte, o kadar epey korkuyorsun ki; vaktinde sana yapılanın, kendi yaşadığın haksızlığın, önüne koyulan siyasi mahzurun, bir benzerini yapacak kadar, yaptıracak kadar, aciz durumdasın. Hatta, Ekrem Başkan’a çektiğin operasyonu savunmak için, 20 sene evvel okuduğun şiirin, hata olduğunu söyleyecek kadar, paniklemiş biçimdesin. Fakat, sen hiç merak etme sen ne kadar korkaksan, biz de o kadar kararlıyız. Zira biz hamasetimizi, milletimizden alıyoruz. Ve biliyoruz ki, güzellerin görünmez orduları vardır. Bu yüzden milletin iradesine, yürekle sahip çıkacağız. Milletin, sandıkla emanet ettiği iradeyi, ucuz numaralara, kurban ettirmeyeceğiz. Siz çökmeye alışmışsınız. Ancak biz buradayken; İstanbul’a çökmenize, asla müsaade etmeyeceğiz.” (HABER MERKEZİ)